Aşkın derinliğinde boğulmak,
Kıyısında nefes bulmak isteriz…
Aşk kimine göre; ateşten denizi mumdan gemiyle geçebilmek, kimine göre semada kanatsız uçabilmek, bir çift göz için mavi, yeşil veya kahverengi rengi fark etmeksizin bütün ömrünü feda edebilmekti belki de.
Zaten kim yapabilmiş ki bu zamana kadar aşkın tanımını? Öte yandan aşk, yakıp kavurduğu gibi su serpmeli yüreğe, üşütüp dondurduğu gibi de ısıtabilmeli elbette. Aşk yeri geldiğinde nefes olmalı, huzur vermeli, çiçek açtırmalı, bahar kokmalı, yanı başında olmadığında da sevgili, varlığıyla seni huzurlu kılmalı. Bir ömür insana güvenli bir kıyı, bir sığınak olmalı; diğer türlüsü zaten aşk değil eziyet olmaz mıydı? Kıyısı olmayan derinlikte, eninde sonunda boğulur insan.
Derin’in aşkıyla baharı yaşayan Harun, bir anda düşmüştü gidişiyle boşluğa.
Sadece aşkın derinliğine düşmez, bazen de kendi kendimizi çözemez, aynada yüzümüzü göremez hâle geliriz. Kendi içimizde kaybolduğumuzda bizi oradan çekip çıkaracak bir el uzansın isteriz… İşte Buket, kendi hiçliğinde çırpınırken uzanan el, onu kurtarabilecek miydi?